Ahmet Özbek
Eğer Kanıyorsa Laledir
eğer tanrı varsa laledir
rüzgârla incelir yüzü
kırmızıyla alevlenir
gümüş açılır yorgun gönüllere gök,
eğer adı varsa laledir
benim kanayan göğsümde sakladığım aşk
narin bir laledir
hüzün saatlerine açılan
eğer tanrı varsa laledir
eza değil laledir
iyiliğin ipek yüzü salınır rüzgârda
gökyüzü alevlenir
çiğdemlere alevlenir
eğer kanıyorsa rengi, laledir
bir çocuk ve bir fahişe
ezan ve haçla birlikte
erl ele yürürler
-umut laledir-
böyle lalelenir yeryüzü
alevlenir ışık
ay lalelenir
-yepyeni bir doğuş kanar şairin gözlerinde
Gökyüzü Rüzgârını Sakın, Annem Üşür
yarı'm kalır
insansız insan yüzlerinde
elsiz ayaksız kalırım
ufukta bir gemi tükenir
bitmemiş bir rüyadır
gözlerimde hayat
su kurur
lâleler yarım kalır
son sevgili gider
ufukta bir kuş tükenir
anneler ölür
çocuklar yarım kalır.
Kar Ve Sitem
sesimi duyduğunuz yer hâlâ kar
hüzün pencerelerde aynı karanfil
erken sarhoşluğu akşamın
gökyüzünde buzlu anadon kokusu
fonda titreşen sâba bir şiir
biliyorum kederimden bir dize olsun almazsınız
eşya üzerinde zamanın küf rengi örtüsü
anı yapraklar: pul pul uçuşan
kadife rüzgâr, gökyüzünde anason kokusu
ve buz kıyıda bekleyen annem:
bütün aşklarımın tek juliette'i
ay'ı dibinden çıkaramadığım gizemli kuyu
benim şiirim su yüzünde nilüfer
su dibinde, bataklıkta irin ve kan
benim yüzüm simli yıllardan kalan
ıssız çocukluığun yalın çokluğu
Karanfil Vakti Erken
bu
yıldızlarına
el koyduğunuz gök
işkencede
maviliği, denizlerin
sahiller
karanfil boyu hüzün
silinmiş
aşk sözcükleri
dalgalar üzerinden
çivilenmiş
parmakları aşkların
kapı kapı
fişlenmiş yüzler
siz
su akşamı
riya karanlığı,
vicdan burkulması
derinden
radyoda ilk bildiri
saat üç buçuk belki
ölgün şehir
sabaha vakit varken:
kimler sevgideydi
yüzyıllar boyu erken
vuruldular
karanfil vakti kalplerinden
Solan Şehir ll
anne
nasıl soldu
varoşları yüzyıllar boyu uykusuzluk
bantlı gözleriyle çocukluğu sokakların
üç tekerlekli bisikleti
ve
sallanan atıyla saltanatı
kaybolan şehir
akşam vakti sahil bahçelerinde klârnet
fonda titreşen sâba, hicazkâr
hüzün ustaları: şerif içli, şükrü tunar
gümüş işlemesi şarkılarda o eski kalp ağrısı
dudaklarında şehvet sözcükleri
-hiç yaşanmayacak-
bakir göğüsleri ve arsız gülüşleriyle
işporta sutyenli genç kızlar,
elbiseleri tenine yapışmış o şehir..
kıyılarına bir bir
kuşlar düşüyor sevgili şehir
çarparak maviliğe, saydam duvara
eteklerinden inci
ve dil dil acılar dökülür
her köşesi hüzün
her köşesi baygın anason kokusu:
çocukluğu, anne
soldu o şehir.
Şiirin İnce Günü
anne ben şair oldum
kollarım uzadı
daraldı ekvatorun çemberi
denizler bölündü ortasından
anne ben şair oldum
kuruldu yeniden kafdağı
nar yüzüyle
imgelerin uyuyan güzeli
uyandı uykusundan
kanatlarımda insanlığın yükü
ellerimde yalnızca beni gösteren
bir aynayla
yollarla yürüdüm anne yıllarla
dudaklarımda pembe prensesin öpücüğü
avuçlarımda yeşil kuşlar
anne ben şair oldum
düşmanlarım çoğaldı
şiirimin gümüş asası kırıldı
binbir gül döküldü uçurumlardan
âşık oldum
kıramadım mor evrenin
turuncu kilidini
fırtınaya tutuldu
gökyüzünü kollarında taşıyan çocuk:
anne..'ben şair' öldüm